Tarihçe
1953 yılında ruhban okulu olarak eğitime başlayan Surp Haç Tıbrevank, 1959’dan itibaren ilk mezunlarını vermeye başladı. Bu ilk mezunlar, hayata atıldıkları andan itibaren yüz yüze geldikleri zorlukları göğüsleyebilmek ve kendilerinden sonraki kuşaklara da yol gösterici olabilmek için örgütlenmenin zorunlu olduğunu, bizzat yaşadıklarıyla anladılar ve fazla zaman kaybetmeden de Ermeni toplumunun diğer okullarından mezun olanların derneklerini örnek alan bir örgütlenme modelini gündemlerine alıp, derneklerinin kuruluşuyla taçlandıracakları girişimleri başlattılar.
1971’de yayımlanmış bir dernek kitapçığında bu çalışmalar ve süreç şöyle özetlenmişti: “Tıbrevank’ta yatılı olarak okuyup yetişen genç, her zaman kalbinde doğruluğun yenilmez fikri ve dostluğun samimi duygularıyla dopdolu, ama çoğu zaman hayatın tuzaklarına hazırlıksız olarak hayata atılıyordu. İşte bu nedenle de okulumuzun ilk mezunları bu örnek ve samimi atmosferi yeniden yaratmak ve devam ettirmek için, bir çatı altında toplanma gereğini duyarak Surp Haç Tıbrevank Derneği’ni kurdular.”
Kendi aralarında yaptıkları uzun tartışmalar ve uygun yer arayışları sonucunda çalışmalarını tamamlayan kurucular, Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’ne ait, kullanım hakkını elde ettikleri bir binayı adres gösterip Surp Haç Tıbrevank’tan Yetişenler Derneği’nin tüzüğünü 1962 yılında tescil ettirebildiler. Kurucular adına tüzüğü imzalayanlar Tıbrevank’ın ilk yıl mezunlarından Kirkor Adaoğlu (daha sonra Elmayan), Sabah Aykvart Demirci ve Vahriç Çapar’dı. Dernek lokali olarak kullanılan bu yer, Beyoğlu’nda Hasnun Galip Sokak’ta, Galatasaray Spor Kulübü’nün bitişiğindeki köhne bir binanın üçüncü ve dördüncü katlarıydı. Bina, derneğin müdavimlerince “Perili Köşk” olarak anılacak kadar eski ve döküntü bir durumdaydı; ancak üçüncü katındaki dört odası, İstanbul’da kalacak yeri olmayan Tıbrevank mezunlarının tümünü barındıracak büyüklükteydi. Dördüncü kat ise dernek üyelerinin buluşma, toplantı, sohbet, tartışma ve ders çalışma yerleriydi.
Bu bina, olanca yoksunluklarına karşın, ilk mezunlar için beş yıl boyunca ikinci bir Tıbrevank işlevini iyi kötü yerine getirdi. Ne var ki derneğin bulunduğu bina gibi semti de burada yatılı kalan öğrenciler için pek elverişli bir yer değildi. 1966 yılına gelindiğinde, toplum içinde, “Tıbrevank mezunları Beyoğlu’nun arka sokaklarında sürtüyor, kahvehanelerinde çürüyorlar” söylentileri de yayılmaya başlamıştı. Bu söylentilerden rahatsızlık duyan okulun duyarlı yöneticileri devreye girip, vakfın haftalık olağan toplantılarında da kullanabilmeleri koşuluyla, daha uygun bir semtte bulunacak bir lokalin kirasına katkı yapabileceklerini belirtip dernek üyeleriyle birlikte yeni bir yer arayışına girdiler. Dernek bünyesinde oluşturulan özel bir komisyon, Osmanbey’de, Rumeli Caddesi’yle Halaskargazi Caddesi’nin kesiştiği noktada bulunan Zeki Bey Apartmanı’nın ikinci katında boş bir yer buldu ve 1967 başlarında dernek bu adrese nakledildi.
1967’den 1980 askeri darbesine kadar yararlanılan derneğin bu yeni yeri kısa süre içinde benimsendi ve çok sevildi. Dernek, art arda gelen yönetim kurullarının bilinçli ve dinamik çalışmaları sonucunda toplum içindeki yerini sağlamlaştırdığı gibi bir anda her kesimden insanın da ilgi odağı oldu. Herkes büyük bir coşkuyla bal yapan arılar gibi çalışıyordu. Yönetim kurulu toplantıları zaman zaman 30-40 kişilik gruplar halinde yapılır olmuştu. Bir arı kovanını andıran bu lokalde topu topu, orta halli bir dairenin salonu büyüklüğünde bir salon, ikisi normal biri küçük üç oda, küçük bir mutfak ve bir de tuvalet vardı.
Lokalin Halaskargazi Caddesi’ne bakan salonu, ortasında kurulu olan standart ölçülerdeki bir pingpong masasında rahatça maç yapılabilecek bir uzunlukta ve her iki yanına da heyecanlı maçları izleyecekler için birer sıra, her biri diğerinden farklı sandalye ve taburenin konulduğu bir genişlikteydi. Duyulan ihtiyaca göre pingpong masası ve etrafındaki oturaklar sıklıkla yer değiştirir, diğer odalara ya da daracık koridora transfer olurdu. Salonun değişmez tek demirbaşı ise caddeye bakan tarafta duran, meraklı herkesin kullanımına açık, dolayısıyla da genellikle akordu bozuk olan, siyah renkli kuyruksuz piyanoydu. Tahmin edilebileceği gibi derneğin neredeyse tüm demirbaşları ikinci hatta üçüncü el ve bağışlarla edinilmiş eşyalardı.
Arka tarafta bulunan büyük oda, zengin sayılabilecek kitaplık, ortadaki uzunca bir masa ve karatahtasıyla kütüphane-dershane olarak düzenlenmişti. Burada düzenli Ermenice, İngilizce ve üniversiteye hazırlık kursları verilir, çok çeşitli konuda seminerler ve sohbet toplantıları yapılırdı.
Caddeye bakan tarafta, salonun bitişiğinde bulunan oda ise balkonundan caddeyi seyrederek zaman geçiren meraklılarla satranç, dama, tavla oynayanlar ve bunların seyircilerine ayrılmıştı. Arka taraftaki küçük oda, sadece yetkili üyelerin kullanımına açık, küçük bir madeni masa ve içinde dernekle ilgili resmi yazışmalarla değerli küçük demirbaşların korunduğu bir çelik dolabın yer aldığı yönetim kurulu odasıydı.
Dernek, yukarıda değinilen bu kısıtlı fiziki olanaklarına karşın, bünyesinde oluşturduğu folklor kolunun çok etkin ve başarılı çalışmaları sonucunda, İstanbul’da ilk kez, Ermeni toplumu nezdinde büyük yankı uyandıran, Türk-Kürt-Ermeni halklarının, halk müziği ve danslarının birlikte sunulduğu son derece başarılı gösterilerini peş peşe gerçekleştirdi. O süreçte bu gösterilerle ilgili bütün hazırlık ve çalışmaların kardeş derneklerin salonlarında yapıldığını da belirtmek gerekir. Derneğin ilgi odağına dönüşmesinin tek etmeni salt folklor kolunun çalışmaları değildi elbette; dönemin ünlü yazar, çizer ve sanatçılarının konuk olduğu konferanslar, sohbet toplantıları ve benzeri etkinlikler de büyük rağbet görüyor; bilgiye, bilime, kültür ve sanata susamış genç insanlar bu toplantıların yapıldığı salonları hıncahınç dolduruyorlardı. Çoğunluğu üniversite öğrencisi muhtaç gençlere kısıtlı dernek bütçesinden ya da dernek aracılığıyla cemaat kurumlarından hatta uluslararası yardım fonlarından eğitim bursları sağlanıyor, bu gençlerin ev bark ve iş bulmalarına yardımcı olunuyordu.
Bu dönemde, folklor kolunun faaliyetleriyle,bahsedilen diğer çalışmaların yarattığı hareketlilik ve sosyal bilinç, Tıbrevanklı olmayan gençleri, özellikle de Esayan Kız Lisesi öğrencileriyle mezunlarını derneğe çekmiş ve bir hayli de etkilemişti. Bu durum doğal olarak karşı cinsten gençlerin kaynaşmalarını sağlamış,özel arkadaşlıkların önemli bir kısmının evlilikle sonuçlanmasına aracılık etmişti.
Özetle, biraz iddialı bir söylem olarak algılanması pahasına, o dönemdeki Surp Haç Tıbrevank’tan Yetişenler Derneği bu yönleriyle, toplumsallaşma ve toplumu dönüştürme çabaları açısından Türkiye Ermenilerinin en önemli kurumlarından biri haline gelmiş, yaptıkları örnek alınan bir kurum olmuştur denilebilir. Bu iddianın temel kanıtı, 1970’lerin ortalarından itibaren diğer kardeş derneklerin bünyelerinde SHTYD folklor kolu kökenli eğitmenlerin yönetimlerinde faaliyetlerine başlayan ve çalışmalarını halen de başarıyla sürdüren “müzik ve dans toplulukları”dır. İddiamıza ikinci dayanağımız da, faaliyetlerine 1990’ların ilk yıllarından itibaren başlamış, Ermeni toplumunun öz savunma refleksi olarak geliştirdiği içine kapanıklığını aşması ve kabuğunu kırması yönünde önemli hizmetlerde bulunan basın-yayın ve benzeri kültür kurumlarının, Tıbrevank ve SHTYD “rahle-i tedris”inden geçmiş kişilerin öncülüğünde kurulmuş olmasıdır.
Derneğin tarihiyle ilgili bir çalışmada muhakkak değinilmesi gereken noktalardan biri de, üyelerinin önemli bir bölümünün bu dönem boyunca, sol siyasal akımlara Ermeni toplumu genelinin ortalamasından daha fazla yakınlık duymalarıydı. Bunda, Anadolu’da her açıdan çok zor koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan ailelerin çocukları olmalarının ve haksızlıklara, zulümlere bizzat tanıklık etmelerinin yanında,kuşkusuz 1960’ların sonlarına doğru başkaldırı kültürünün yeşerdiği üniversitelerden başlayıp toplumun tüm kesimlerine yayılan ve 1980 askeri darbesine kadar süren politik süreçten doğrudan etkilenmelerinin de önemli payı vardı. Çok acı fakat gerçektir ki,bu zor dönemde Tıbrevank mezunu onlarca genç insan yaşamlarının geri kalan kısmını da derinden etkileyecek çok ağır bedeller ödemek zorunda kaldılar; bazılarının ödediği bedel ise ne yazık ki hayatlarıydı ! 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ertesinde, Türkiye’deki tüm dernekler gibi SHTYD de kapatıldı. Ancak diğer dernekler bir süre sonra dilekçe vererek tekrar faaliyete geçebildikleri halde, yaklaşık 15 yıl boyunca dernek lokali olarak Tıbrevanklıların gözbebeği olmuş bina satılıp da boşaltılmak zorunda kalınınca, SHTYD dönemin ağır koşullarında bir daha da açılamadı.
Ermeni toplumunda, askeri darbe ve bu darbenin kurduğu rejimden en olumsuz etkilenen dernek SHTYD oldu. Derneğin ilgi odağı olduğu dönemlerde yönetimlerde görev almış kadrolar çeşitli nedenlerle dağıldılar, dernekleri hukuken ve fiilen kapanan Tıbrevanklılar da doğal olarak uzun süre kendilerine gelemediler. 12 Eylül sonrası süreçte bireyciliği ve apolitikliği yücelten görüşlerin ön plana çıkarılmış olması da dernekçiliğin eski önemini yitirmesine yol açmıştı.
Yaklaşık yedi yıl süren bir sessizlik döneminde, örgütlenme gereğini duyan kimi Tıbrevanklılar yeniden bazı girişimlerde bulundular. Uzun aramalardan sonra dernek binası olarak kullanılabileceğine karar verilen yer, Yedikule Narlıkapı Surp Hovhannes Ermeni Kilisesine bitişik, esaslı bir onarıma muhtaç bir harabeydi. Hayırseverlerin bağışlarıyla kısa süre içinde yeniden inşa edilen ve kullanım imkânları açısından öncekinden bile bir hayli elverişli olan bu binanın adres gösterilerek hazırlanan tüzüğü 21 Ocak 1988’de valilikçe onaylandı. Böylelikle Surp Haç Tıbrevank’tan Yetişenler Derneği aynı unvanla ve ikinci kez kurulmuş oldu. Kurucu üyeler olarak dernek tüzüğünü imzalayanlar; Serkiz Şahbaz, Istepan İbo, Artin Özkeşiş, Bağrur Kebebcı, Arşak Kocabay, Orhan Güldemir, Ohannes Seyranoğlu ve Avedis Demir’di. (İmzalayanların adları tüzükteki şekilleriyle yazılmıştır.)
Tüzüğü onaylanıp kuruluşu tamamlanan dernek, 1988’in ilk yarısında görkemli bir törenle hizmete açıldı ve faaliyetlerine başladı. Özellikle ilk yıllarda görev üstlenen yöneticilerin üstün gayretleriyle önemli kültürel, sanatsal etkinlikler düzenlendi ve dernek olarak Tıbrevank’ın adı toplum içinde tekrar yankılanmaya başladı.
Ancak 12 Eylül’ün dayattığı, yukarıda da değinilen ve tüm derneklerin ortak sorunu olan elverişsiz koşullar yanında, dernek binasının kent merkezine ve yerleşim yerlerine oldukça uzak oluşunun doğurduğu ilave zorluklar da üyelerin derneğe ilgisinin önemli ölçüde azalmasına neden olmuştur. Bilişim teknolojilerinde yaşanan devrim niteliğindeki gelişmelerin, klasik anlamdaki örgütlülüğe fazla ihtiyaç hissettirmemesi; yerine, sanal ortamda oluşturulan yazışma grupları, sosyal medya ve benzeri teknolojik imkânların sunduğu farklı örgütlülük modellerinin ikame edilmesi gibi durumlar da derneğe ilgisiz duruşun altında yatan diğer nedenler olarak gösterilebilir.
Günümüz derneklerinin neredeyse tümünün yaşadıkları bu olumsuz koşullara karşın diğerlerinde pek rastlanmayan dernek-vakıf dayanışması ve işbirliği, SHTYD’nin en belirgin özelliği olarak göze çarpmakta ve bu durum tüm Tıbrevanklılar gibi toplum tarafından da takdir edilmektedir.